24 Kasım 2011 Perşembe

Elleri kolları silikonlu bebek,gözleri lensli solaryumlu bebek!

  Yüzüne sürdüğün binlerce boyanın ardından gerçekliğin bile gözükmüyor ey yapma bebek!
   Makyaj denilen olay,insanların kendilerini olduğu gibi saklaması değil küçük rötuşlar yapmasıdır.En azından benim gözümde öyle bir olay.Ama gelin görün ki bunu artık  insanlar olduğu gibi kendilerini saklamak için kullanıyorlar.Onu bırakın daha acıklısı ruhlarına da makyaj yapmaya başladılar artık.Biraz daha geriye dönerek olayı aydınlatma çabasına girişeceğim yüksek müsadenizle.
  Çocukluktan gençliğe geçiş evresi denen ergenlik diye adlandırılan süreçte kız ve erkek cinsi kendisinde oluşan farklı değişimleri anlamaya,algılamaya ve alışmaya çalışır.Erkeklerde farklı belirtiler gösteren bu süreç “kız kısmında” özellikle kendini arayışa dönüşür.Önce sivilceli bir surat,biçimsiz vücut hatları derken yavaş yavaş güzel kızlığa adımlar.Önce kaçak göçek sürülen kalemler,rimeller derken fondötenle tanışmak,pudranın keşfi,gözaltı kapatıcısının mucizeleri,ojenin şıklığı,rujun tamamlayıcılığı...Evet tam olarak bu şekilde ilerleyip kimimizde bu noktada tatmine ulaşmışken “yeni yüz yaratıcılığı” kimimizde abartılı bir boyutta süregitmekte.Öncelikle bir kere boyamaya görsün hemen ardından defalarca dibi gelecek,bir ömür uğraşı gerektirecek bir saç sorunsalı.Sonra sanki 20 yıl boyunca gözleri maviymişte aslında etrafındakiler bunu hiç fark etmemiş gibi yılların mavi gözlülüsü olup çıkmalar.(Sıkı durun lens denen bir aparat var,var ki hem de nasıl var.Eğer gerçekten bir göz sorunu için kullanmıyorsanız dünyanın en yapmacık insanı olabiliteniz var).Ve ve ve çağımızın en büyük sorunu;solaryum!!! Kaçııın.Evet tam olarak kaçmak gereken bir kız tipi.Aralıkta bile kapkara gezen üstelik koyu fondöteniyle iyice kararttığı teni sayesinde boynu ile yüzü arasında 4 ton renk farkı olan o korkunç varlık.Temmuzda bile giyilen ugglar,reşit olur olmaz çeşitli bölgelere  yapılan silikonlar,kasımda kafada gezdirilen güneş gözlükleri,yazın ortasında 38 derecede takılan burberry çakması şallar,yaşlarını yirmi yaş birden yaşlı gösteren leopar desenli kıyafetler ve daha niceleri...Ey kız milleti canım cinsdaşlarım.Gözünüzü seveyim yapmayın.Güzel değil gerzek görünmektesiniz.Şu erkek milletinin “kızlar aptaldır” tezini doğrular nitelikte hareketler bunlar.He tabii bir kısmınızın bizzat zeka konusunda gayet gerilerde olduğu konusunda şahsen onlara katılmamak elde değil lakin sonra bunu genele yayıyorlar,zan altında kaldığımız bile oluyor.
  O yüzden ben şimdi sizlere ıslak mendiller,makyaj temizleme jelleri,normal çizmeler bide o saçma lensleriniz için göz doktoruyla randevular ayarlıyorum.İnsanlığa dönmenizin vakti geldi.

23 Kasım 2011 Çarşamba

Adabıyla dönebilenlere

  Döne döne dönüm noktası...
Akıtılan gözyaşları ,verilen sözler,edilen büyük yeminler.Her defasında küçücük bir adımla bozulan binlerce karar.Gel dediğinde gittiğiniz,git dediğinde gidemediğiniz,kendi elinizle alıp sizin kendinizi bile layık göremediğiniz kadar tepelere yerleştirdiğiniz bir insan.
  İşte klasik süreçtir bunun adı.Bir çekingenlikle ilk defa tanıştığınız o insanı tanımaya çalışırsınız.Öncesinde nasıl davramanız gerektiğini bilmezsiniz.Beklersiniz.Karşısında yemek yiyemezsin,gönlünüzce sövemezsiniz,kahkahalarla gülemezsiniz.Kendinizi içinize kapatırsınız.Beklersiniz ki o görsün bulsun gerçek sizi.Sonra bir zaman sonra siz onu aramaya başlarsınız.Derken bir an gelir hani şu rüya gibi günlerdi dedikleri türden bir an;birbirinizin gerçekliğine erişirsiniz.Birden gülüşler birleşir,dünya tekleşir,hayaller koskocamanlıktan küçücük ama iki kişilik bir eve dönüşür.Zamanla çocuklara da yer açarsınız,artık isimleri olan,odaları olan,mis kokan ve sizin olan meleklerde yer edinmiştir hayallerinizde.Kariyermiş,mastermış canı cehenneme.Hatta okul bitmese bile olur.İşte bu gözün görmediği evrenin adına aşk deniyor sevgili insanlık.Masalların hep mutlu bitmesi kısa olmalarında mı yoksa o dönemde hala “yalansız” duyguların olabilmesinden mi kaynaklanıyor acaba?Sonra arada kocaman bir boşluk.Ama öyle elle ölçülebilecek boyutta bir boşluk değil,olsa olsa kalbin ölçebileceği türden bir boşluk.Kimsesizlik,dipsiz kuyulara,kuytulara itilmişlik.Sakladığınız gülüşlerin hep saklıda kalmaya mahkum edildiği,gözlerdeki  ışığın yerini upuzun sonbaharlara bıraktığı,ağlamanın rutinleştiği,güvensizliğin yer yer paronaya derecesine ulaştığı,sancılı koskocaman bir terkedilmişlik.Çikolatanın yada bir dilim frambuazlı pastanın bile çözemeyeceği türden bir bunalım işte.
  Gitmek...basit işte.Çok kolay.Ama ya geride kalan.Sizce hala kalmış mıdır bıraktığınız yerde?Siz siz olun gitmenin bile bir gururu olduğunu unutmayın.Çünkü her gurursuz terkediş,yeni başlangıçların önüne vurulmuş bir kilittir.Ve ne olursa olsun unutmayın ki,giden sizi gözden çıkartmış olandır.Siz onu gözünüzden sakınırken o sizi gözden çıkartabiliyorsa eğer çizin üstünü gitsin.Çünkü duygularınız gururunuzdur,gurursuz bedenlerde yaşatıp diri diri öldürmeyin.Dönekliktense adabıyla dönmektir size yakışan.