21 Aralık 2011 Çarşamba

Selam.Ben 2011 model Sinem.byby.

 Ee yıl olmuş 2011.Şurada bu yazıyı sadece bir yıl boyunca daha okuyabilitemiz olacak,sonrasında malum maya hazretlerinin buyurduğu üzere dünyanın sonuna gelmiş olacağız.Çünkü dünya dediğin olay bir film bir futbol müsabakası bir akraba ziyareti ya sonuna geliyoruz.Evet ziyadesiyle saçma bulduğum 2012 geliyor öleceğiz kaçın zırvalığını başka bir yazıya bırakmak suretiyle aralığın ilk 2011 tarihinin son yazısını yazmak istiyorum.Bu sefer daha çok kişisel bir yazı olacağını ve doğrudan ileride okuyup da “vay anasını şuraya bak bilmem kaç yıl önce ne kadar mantığı gökyüzüne kaçmış bir kızmışım”diyebilmek adına yazmaktayım.
   Evet koskocaman bir yıl da “abi daha geçen yıla girdiğim gün aklımda ne kadar çabuk geçiyor zaman” naraları eşliğinde bitmiş bulunmakta.Öncelikle 2011 yılını diğer yıllardan ayırmayan en önemli özellik yine gerçek aşkı ve sevgiyi bulamamam.Yeni yıla,sevgililer gününe kısacası;ünlü düşünür tavrımızla “kapitalizm oyunları” diye adlandırdığımız ama aslında “şunlara bak çok bi halt var çünkü el ele geziyorlar,şu çirkin kızın bile elinde ki çiçeğe bak neyim eksik” diye düşündüğümüz günlere yalnız girmem..Tamam yeni yıla nasıl girerse öyle mi geçermiş hurafe bunlar,çocuk muyuz?desek bile içten içe hayırlı ve mutlu bir yıl isterken o an mutlu bir ruh hali içinde olmak yada olmamak gerçeği vardır değil mi?Yada evet sevginin günümü olurmuş efendim hep ecnebi adetleri bunlar derken aslında bir buket çiçeğe hayır demeyeceğinizi hepimiz biliyoruz.Derken yılın ilk çeyreğinde ki “yoğun bunalım ve depresyon” içerikli bölümden apayrı olarak hazirandan sonra daha bir olgunlaştığını düşünen,yazın güzelliklerinden sonuna kadar yararlanmış,sonbahara bomba gibi gireceğini düşünen bir bireye dönüşmüştüm.Buda en az “bütün derslere gireceğim ve notlar alıp günü gününe çalışacağım” kadar saçma bir hayal olarak kaldı tabii ki.He bütün derslere girmedim mi?yer yer onu bile denedim.Ama bakmak ve görmek diye bir şey var ya,görmek istediklerimi göremediğim noktada ondan bile üşengeçlik duymaya başladım.Yanlış insanlara şans vermeme konusunda kendimi geliştirdim.(Ama sorarsanız doğru insan kimdir ne bileyim ben derim hala)Kilo aldım,kilo verdim,rejim yaptım,çayıra saldım,güneşlendim,yüzdüm,okudum,gezdim,sabrı öğrendim,daha az şımardım,daha çok ağladım,yeni şarkılar keşfettim,yeni çantalarla kendimi avuttum,ailenin kıymetini defalarca gördüm,işe girdim,daha çok yazdım...
   Velhasıl 2011e girerken evet tam 31 aralık akşamı dışı mutlu,içi fırtınalıydım.O yüzden bu yıl içime dolan tüm dertleri tasaları önce blogumda sonra denizin derinliklerinde bıraktım.Ve yeni yıldan hiçbir şey istememeye karar verdim.Çünkü öğrendim ki bir şeyi istemeyi ne zaman bırakırsan,o şey o zaman tam olarak senin oluyor.
    Ve tarihe değinmeden geçmek istemedim.Bugün 21 aralık hani şu "en uzun gece" olan.21 Aralığımız kutlu olsun.Lakin hiç öyle bana bütün geceler çok uzun dertler derya olmuş zırvalığı yapamayacağım nitekim diğer günlerden bir farkı yoktu kendilerinin...
   İyi seneler insanlık.Bir yerlerde birileri tarafından kocaman sevildiğiniz düşüncesi kalbinizden hiç eksik olmasın.

24 Kasım 2011 Perşembe

Elleri kolları silikonlu bebek,gözleri lensli solaryumlu bebek!

  Yüzüne sürdüğün binlerce boyanın ardından gerçekliğin bile gözükmüyor ey yapma bebek!
   Makyaj denilen olay,insanların kendilerini olduğu gibi saklaması değil küçük rötuşlar yapmasıdır.En azından benim gözümde öyle bir olay.Ama gelin görün ki bunu artık  insanlar olduğu gibi kendilerini saklamak için kullanıyorlar.Onu bırakın daha acıklısı ruhlarına da makyaj yapmaya başladılar artık.Biraz daha geriye dönerek olayı aydınlatma çabasına girişeceğim yüksek müsadenizle.
  Çocukluktan gençliğe geçiş evresi denen ergenlik diye adlandırılan süreçte kız ve erkek cinsi kendisinde oluşan farklı değişimleri anlamaya,algılamaya ve alışmaya çalışır.Erkeklerde farklı belirtiler gösteren bu süreç “kız kısmında” özellikle kendini arayışa dönüşür.Önce sivilceli bir surat,biçimsiz vücut hatları derken yavaş yavaş güzel kızlığa adımlar.Önce kaçak göçek sürülen kalemler,rimeller derken fondötenle tanışmak,pudranın keşfi,gözaltı kapatıcısının mucizeleri,ojenin şıklığı,rujun tamamlayıcılığı...Evet tam olarak bu şekilde ilerleyip kimimizde bu noktada tatmine ulaşmışken “yeni yüz yaratıcılığı” kimimizde abartılı bir boyutta süregitmekte.Öncelikle bir kere boyamaya görsün hemen ardından defalarca dibi gelecek,bir ömür uğraşı gerektirecek bir saç sorunsalı.Sonra sanki 20 yıl boyunca gözleri maviymişte aslında etrafındakiler bunu hiç fark etmemiş gibi yılların mavi gözlülüsü olup çıkmalar.(Sıkı durun lens denen bir aparat var,var ki hem de nasıl var.Eğer gerçekten bir göz sorunu için kullanmıyorsanız dünyanın en yapmacık insanı olabiliteniz var).Ve ve ve çağımızın en büyük sorunu;solaryum!!! Kaçııın.Evet tam olarak kaçmak gereken bir kız tipi.Aralıkta bile kapkara gezen üstelik koyu fondöteniyle iyice kararttığı teni sayesinde boynu ile yüzü arasında 4 ton renk farkı olan o korkunç varlık.Temmuzda bile giyilen ugglar,reşit olur olmaz çeşitli bölgelere  yapılan silikonlar,kasımda kafada gezdirilen güneş gözlükleri,yazın ortasında 38 derecede takılan burberry çakması şallar,yaşlarını yirmi yaş birden yaşlı gösteren leopar desenli kıyafetler ve daha niceleri...Ey kız milleti canım cinsdaşlarım.Gözünüzü seveyim yapmayın.Güzel değil gerzek görünmektesiniz.Şu erkek milletinin “kızlar aptaldır” tezini doğrular nitelikte hareketler bunlar.He tabii bir kısmınızın bizzat zeka konusunda gayet gerilerde olduğu konusunda şahsen onlara katılmamak elde değil lakin sonra bunu genele yayıyorlar,zan altında kaldığımız bile oluyor.
  O yüzden ben şimdi sizlere ıslak mendiller,makyaj temizleme jelleri,normal çizmeler bide o saçma lensleriniz için göz doktoruyla randevular ayarlıyorum.İnsanlığa dönmenizin vakti geldi.

23 Kasım 2011 Çarşamba

Adabıyla dönebilenlere

  Döne döne dönüm noktası...
Akıtılan gözyaşları ,verilen sözler,edilen büyük yeminler.Her defasında küçücük bir adımla bozulan binlerce karar.Gel dediğinde gittiğiniz,git dediğinde gidemediğiniz,kendi elinizle alıp sizin kendinizi bile layık göremediğiniz kadar tepelere yerleştirdiğiniz bir insan.
  İşte klasik süreçtir bunun adı.Bir çekingenlikle ilk defa tanıştığınız o insanı tanımaya çalışırsınız.Öncesinde nasıl davramanız gerektiğini bilmezsiniz.Beklersiniz.Karşısında yemek yiyemezsin,gönlünüzce sövemezsiniz,kahkahalarla gülemezsiniz.Kendinizi içinize kapatırsınız.Beklersiniz ki o görsün bulsun gerçek sizi.Sonra bir zaman sonra siz onu aramaya başlarsınız.Derken bir an gelir hani şu rüya gibi günlerdi dedikleri türden bir an;birbirinizin gerçekliğine erişirsiniz.Birden gülüşler birleşir,dünya tekleşir,hayaller koskocamanlıktan küçücük ama iki kişilik bir eve dönüşür.Zamanla çocuklara da yer açarsınız,artık isimleri olan,odaları olan,mis kokan ve sizin olan meleklerde yer edinmiştir hayallerinizde.Kariyermiş,mastermış canı cehenneme.Hatta okul bitmese bile olur.İşte bu gözün görmediği evrenin adına aşk deniyor sevgili insanlık.Masalların hep mutlu bitmesi kısa olmalarında mı yoksa o dönemde hala “yalansız” duyguların olabilmesinden mi kaynaklanıyor acaba?Sonra arada kocaman bir boşluk.Ama öyle elle ölçülebilecek boyutta bir boşluk değil,olsa olsa kalbin ölçebileceği türden bir boşluk.Kimsesizlik,dipsiz kuyulara,kuytulara itilmişlik.Sakladığınız gülüşlerin hep saklıda kalmaya mahkum edildiği,gözlerdeki  ışığın yerini upuzun sonbaharlara bıraktığı,ağlamanın rutinleştiği,güvensizliğin yer yer paronaya derecesine ulaştığı,sancılı koskocaman bir terkedilmişlik.Çikolatanın yada bir dilim frambuazlı pastanın bile çözemeyeceği türden bir bunalım işte.
  Gitmek...basit işte.Çok kolay.Ama ya geride kalan.Sizce hala kalmış mıdır bıraktığınız yerde?Siz siz olun gitmenin bile bir gururu olduğunu unutmayın.Çünkü her gurursuz terkediş,yeni başlangıçların önüne vurulmuş bir kilittir.Ve ne olursa olsun unutmayın ki,giden sizi gözden çıkartmış olandır.Siz onu gözünüzden sakınırken o sizi gözden çıkartabiliyorsa eğer çizin üstünü gitsin.Çünkü duygularınız gururunuzdur,gurursuz bedenlerde yaşatıp diri diri öldürmeyin.Dönekliktense adabıyla dönmektir size yakışan.

27 Ekim 2011 Perşembe

Bencil olan herkes el kaldırsın!

Ey insanlık!
   Çağımızın en çetrefilli yolu bir ilişkiyi “yürütebilmek” olmuş çıkmış.Ama bakın sorunsuz falan değil doğrudan bir şeyleri devam ettirebilmek en büyük problem.Nedendir bu sevgiye olan açlığımız.Sevgi yoksunu tavırlarımız.
   Bir deyim vardır ya “bulunmaz hint kumaşı” diye heh işte alın onu unutun.Silin zihninizden.Hani pek çok kere yediğimiz o bencil damgası var ya,onu gerçeğe dönüştürün.Haketmeyen kimseye zerre kendinizi ispat çabasına girişmeyin.O dünyayı sadece sizin etrafınızda dönmekle suçluyorsa(!) sizde bu suçlamaya yakışır davranın.Hem dünya gerçekten etrafınızda dönmüyor mu?Dönmek döngü döneklik!Bakın ne kadar da yakın kavramlar,dünya etrafınızda “döner” siz bunun bir “döngü” olduğunu bilirsiniz neticesinde sadece karşınızdaki “dönek” değişir.Geri kalan hiçbir şey değişim göstermez.Kimsenin kalkıp sizi haksız yere suçlamasına müsaade etmeyin.Böyle durumlarda bir durun nefes alın çıkın rüzgara karşı yürüyün.Hala nefes alabildiğiniz için bile sevilen bir kul olduğunuz gerçeğini fark edin.Görebildiğiniz,duyabildiğiniz,konuşabildiğiniz,yürüyebildiğiniz için pek çok insandan şanslı olduğunuzu idrak edin.Ailenizin size verdiği değeri saymıyorum bile.Sonra hayatında bir baltaya sap olamamış,egoları boyunu geçmiş bir bireyciğin gelip sizi suçlayabilmesini oturun bir güzel sindirin!Üstüne soda içseniz hazmedebilir misiniz acaba?
   Sevgi bu kadar kolay harcanmamalı,insan bir kalemde piç edilmemeli,değer kavramı bu kadar kolay verilen ve neticesinde ışık hızında alınan bir kavram olmamalı.
   Şimdi kendinizin farkına varın.Sevgiye doymuşluğunuzu fark edin.Ve doyumsuzluğu zirve yapmış insanların kalkıp hayatınıza bomba atmasına izin vermeyin.Ne olursa olsun insanda önce karakter olsun.Söz veriyorum karakteri oturmuş bir insandan “bencil” lafını duyarsam bir gün ciddiye alıp kendimi gözden geçireceğim.Ama o gün gelene kadar bunu söyleyen hiç kimseyi haksız çıkartmayıp en büyük bencilliklere oynamak boynumun borcudur!

19 Ekim 2011 Çarşamba

Dökülen her gözyaşının kurşun olup üstünüze yağması dileğiyle yazılmış nefret içerikli bir yazıdır!

   26!
   Arkasında anne,baba,kardeş,nişanlı,evlat,hamile eş bırakan 26 tane can.Hangi kelime neyi ne kadar ifade edebilir ne kadar duygulara karşılık gelir bilmiyorum.Bizler gece huzur içinde uyurken birileri ellerinde silahlarla biz rahat uyuyalım diye nöbet tutuyor.Neden?Vatan sağolsun diye.Vatan bölünmesin diye.Sonra sabah bir uyanıyorsunuz bir telefon alıyorsunuz “Oğlunuz şehit oldu”.Hadi söyleyin bakalım o kadar kolay mı “Vatan Sağolsun” diyebilmek?Üstelik sizin yüreğinizin içi yanarken birileri hala oy peşinde rant peşinde koşturup duruyor.Yarış büyük!Hangimiz önce basın açıklaması yapıp” bu sorunu bitireceğiz sabrımız taştıcılık” oynayacak.Sırayla izliyoruz şu bakanı o bakanı o partinin lideri bu partinin başkan yardımcısı.Hepsi sırayla konuşuyor,hepsi suçu birbirine atıyor.İktidarın suçu hayır muhalefetin hayır askeriyenin suçu hayır bütün suç dış kuvvetlerin...Ama çözeceğiz artık sabrımız taştı!Hadi ya cidden mi?Merakım şudur,neden hiç bakan,milletvekili,iş adamı oğlu ölmez.Olan hep garibanlara olur.Vatan korumak madem asgari ücretle geçinen işçinin emeklinin memurun oğlunun vazifesidir,neden sefasını sizler sürersiniz.Sizin çocuklarınız en iyi işleri en güzel mevkilere gelerek yaparken,sizi oralara taşıyan insanların evlatları “bursum gelirse bu ay şu kitabı alırım ancak” derdine düşer.
  Ne olursa olsun böyle zamanlarda o hainlerin istediği şeyi yapıp birbirimize sırt çevirmeyi doğru bulmuyorum.Kızgınız ama kendi içimizde bölünürsek o zaman hedeften daha da uzaklaşırız.O kurşunlar sadece 26 askere değil bütün ülkeye sıkılmış kurşunlardır.Ölenler sadece Konya’nın,İstanbul’un değil 81 ilin çocuklarıdır.”Pkk hain değilmiş onlarda vatanları için savaşıyormuş” utanmadan bunları söyleyen insanları kendi meclisimize sokan insanlarız biz,neticesinde demokrasi kılıfını kullandık hep.Şehit vermeyelim konuşarak çözelim diye onlarda burada olmalı yalanlarını içten içe sindirdik.Sonuç?Benim askerime kurşun atan bir piçin cenazesine kalkıp valiler milletvekilleri gitti.Orada gözyaşları döküp intikam yeminleri ettiler.Yetmedi üstüne özerklik ilan ettiler.Ne yapabildik?Hiç!Neden?Çünkü Ab’ye uyum sürecimiz var.Yemişim ben böyle demokrasiyi.Bu ülke Türkiye’dir.Etnik kökeni Türklerden oluşan bir ülkedir.Kocaman bir tarihi olan şanlı bir millettir.İstemeyen defolsun gitsin.Bir tane daha askerimizin şehit olduğunu görmektense kapatalım kapılarımızı bütün dış kuvvetlere.
      Allahım bizi”Andımızı okumaktan gocunan,ölen düşmana şehit,askerimize kurşun atan örgütçülere özgürlük savaşçısı muamelesi yapan sözde “demokratik,hümanist,sosyalist” gerçekte “vatan düşmanı”bir nesilden korusun”.Bu millet ki Çanakkale’de öleceğini bile bile canını dişine takmış,açlık sefalet içinde bir gram toprağını düşmana peşkeş çekmemiş bir millettir!Herkes haddini bilsin!Ne mutlu Türküm diyene!.

17 Ekim 2011 Pazartesi

Varsa bir çay bardağı "kelin kendi merheminden" almaya geldim.

İçimde o kadar çok duygu birikti ki konuşursam bir bir dağılırlar tutamam diye korkuyorum.En son kaybetme korkuları yaşamıştım nitekim o dönem için büyük kayıplar verdim,6 ay önceki adıyla kayıp şimdi ki adıyla “tecrübe”.
    Ne kolay değil mi insanların karşınıza geçip nutuk atması”.Üzülme bak ne büyük tecrübeler edindin,sen neleri atlattın buda bir şey mi demeleri.”Bugün doğrudan o tecrübe denen kavrama sesleniyorum iyisin güzelsin belki pek çok acıyı hatayı önleme özelliğinde var ama neden bu kadar can yakıcı şekilde oluşuyorsun?Nedendir bizim,başkalarının hatalarından ders almayı bilemeyişlerimiz?.Hani o bilir kişi hep anlatır ya “yapma etme bak oda aynı”diye,sahi o insanın karşısındaki farklıdır da senin ki epeyce sütten çıkma ak kaşık mıdır?Ah ne olacak bu insanlara her seferinde güvenişlerimiz.Neden her iyi niyet cezalandırılır ki neden her düşüncenin sonu koskocaman bir hayal kırıklığı olur.
   Yoruldum.Duygularımdan da duygusuzlaşmaktan da.Artık hayallerime birer birer neşter vuruyorum.Doktor muyum ben?Yada terzi?Hadi kesip biçip üstümüze uygun hayaller tasarlayalım mı ne dersiniz?Çünkü nedense beklentiler ya bir beden büyük ya dar geliyor, sonuçta hep bir potluk hep bir üste oturmama durumu.
   Velhasıl kelam keşke ilk seferinde nokta atışı yapabilsek değil mi?O doğru insanı bulabilsek.Üzüntülerimiz değer birisi için olsa,çabalarımız onun yolunda bir mükafat sayılsa.Getirin şimdi karşıma bir üzgünü nasıl tecrübelerimden yararlanarak tavsiyeleri sıralarım,nasıl bak öyle yapma doğrusu şudurculuk budurculuk oynarım.Ama bakın ben o merhemi olmayan kelim.Sizde varsa bana biraz ödünç merhem verir misiniz?Bu sefer ladeslerim boyumu geçti bile bile canım yanmakta.

14 Ekim 2011 Cuma

Polyanna dizi olsa başrolü hakedebilecek olanlara...

       Hayat aslında zannettiğimiz kadar da labirentsel bir mekan değil.
       Yaratılış olarak kendimizi iki kısma ayırmamız gerekirse iki kişiliğimiz olduğunu görürüz.Bir beyin denilen fonksiyonel mekanizmayla verdiğimiz kararlar silsilesi kısmı;iki kalp denilen minicik bir et parçasının saçmalama evreleri.Evet kalp etten ve kandan oluşmuş bir yap boz gibi.Hadi inkar edin.Bu noktada kabul edebileceğim yegane inkar bir tıpçıdan gelecek kalbin tam olarak ham maddelerini anlatan bir itiraz olur.Onun dışında gerçek manada saçmalamanın her çeşidine rastlarız.İşte konumuz bu sefer tam olarak bayanları ilgilendirmemekle birlikte yine erkeklerin bizi ziyadesiyle suçladığı duygusalsınız hareketinin temelini oluşturuyor.O halde nedendir bizde ki bu eşeğe kravat takma ısrarı?Nedir yani bugün size üç kuruşluk değer veren kişi yarın siz onu yücelttikçe sizi baş tacı mı yapacaktır?Gerçekten buna inanıyorsanız eğer Polyanna’nın yakında dizisi çekilir hemen oyuncu seçmelerine katılıyor ve bu düşüncenizi referans olarak sunuyorsunuz.Bakın abartı yok,katıksız saflığınızdan ötürü başrolü kapıyorsunuz.Anladığınız üzere bu sefer derdim kalbin mantıkla olan çatışmasının “iyi niyet” boyutudur.İyi niyetin bile bir dozajı olmalı.İnsan dert ve acı içinde kıvransa bile ondan gelen dert başım gözüm üstüne diyebilmeli.Yani hem “Allah onu kahretsin” diyebilip üstüne onun için en kıymetli göz yaşlarımızı akıtmak neyin nesidir.Neyin yaman çelişkisidir?Ne yaman çelişkidir.
    Şimdi kalbi rafına kaldırıyoruz,iyi niyeti hakeden dostlar,sevgililer,arkadaşlar için en kıymetli yerlerde saklıyoruz.Beyin zaten otomatik olarak yol gösterecektir.Yanılgıya düşmeyelim arkadaşlar,ergenliği geçeli çok oldu,ergen triplerinin hiiiç mi hiç manası yok.

8 Ekim 2011 Cumartesi

O şimdi 22sinden gün almış bir 21!

      Merhaba sevgili blogcan.
Bugün ki görevimiz genel karakterimiz haline gelen anarşist bakış açısından bağımsız olarak çok sevdiğimiz bir insanın varlığından duyduğumuz mutluluğu dile getirmek.
     Şimdi kalkıp pek çok konu hakkında atıp tutmak,yüksek dozda bildiğimizi zannedip aynı şiddette yanılmak kolay.Gelgelelim yaşama anlam katan insanların kıymetlerini kelimelere dökmekse çok zor zanaat.
İnsanların kardeşleri vardır.Aynı anne babadan doğdukları aynı kanı taşıdıkları.Birde son günlerin modası facebooksal kardeşlikler var.Al bak sana kardeşlik isteği yolladım artık kardeşimsin(işte durum böyle olunca örneğin ayshegülün 18 tane kardeşi olması normal).Fakat bizim kardeşliğimiz facebooktan çoook daha öncelere dayanır.O zaman herkesin birbiriyle kardeş olmasının moda olmadığı yıllara,milattan öncelere değil belki ama hala masumiyetin sanaldan çok daha büyük şeyler ifade ettiği yıllara.Aslına bakarsanız tanışıklığımız anne karnına kadar dayanıyor.Benimkilerin düğününe bile katılmış kızımız tabii o zamanlar anne karnındaymış.Derken yıllar geçmiş biz büyümüşüz bir dönem gelmiş birbirimizden hiç haz etmezmişiz,kız ne kadar havalı izlenimi çiziyorsa bendenizde bir o kadar entellektüel havaya bürünme derdine düşmüşüz.Ama lisede yolları bir kesişmiş birde bakmışlar ki o iki ayrı dünya aslında tamda birbirlerini tamamlayan unsurlarla doluymuş.O hep matematiği daha çok sevdi ben tarihi edebiyatı.Olsun güzel olanda buydu zaten.Benim ders çalışmayı sevmeyişlerim hep onun çalışalım baskılarıyla birleşti.Onun tiramisusu harika olurken benim dolmama tencereyle dalmayı seviyorduk biz.Başkalarının bardağıymış çatalıymış tiksintiymiş hepsi bir kenara atılmıştı.Aynı yatakta sıkış tıkışta uyuduk sabahlara kadar gülmekten de ağlamaktan da uyuyamadığımız gecelerde gördük.Karpuzla ayranı birlikte seviyor olabilir ama bu bile onu benim gözümde asla farklılaştırmadı!Ben onun ince kibar sesini,kimi zaman bir şeyleri 38392 kerede anlamasını,her doğum günümde yanıbaşımda olmasını,elinde uğur böcekli pastamla gelişlerini,bana zorla matematik sevdirme çabalarını,sahil sefalarını,yolculuklarımızı,dertleşmelerimizi,gülüşmelerimizi sevdim.
     Ne desem küsmez kızmaz ki bilmukabele bende öyleyimdir ona karşı.Maşide,Mürşide,Maşit,Mürşit,Çingenem çingenem.İyi ki doğmuşsun sen.Şimdi uzaklardasın gönül hafiften hicranla dolu ama geçerrrr bunlarda geçer biliyorum.Hep yanımdasın hep yanındayım bilesin bunu.Zaman yada kilometreler engel değil kardeşliğimize.Kocaman seviyorum seni.

6 Ekim 2011 Perşembe

Kaçın!Hatasız kullar geliyor.

   Herkesin hatasız yahut hatalarının bedelini ödemiş olduğu bir toplumda kendimi borçlu bir birey gibi hissetmete başlamak...
    Evet bu aralar sosyal paylaşım sitelerinde kimin profiline baksam "yaptığım hatalardan ders aldım,hatalarımın bedelini ödedim yada daha ileriye giderek ben hiç hata yapmadım,hata aptallara mahsustur" tarzında megalomanlık patlaması olan yazılar görüyorum.Nasıl yani diye sormaktan kendimi alamıyorum.İnsan değil misin?Peki ıssız bir adada tek mi yaşıyorsun?Hayır.O halde nasıl oluyor da insanoğlu kusursuzmuşum meğersem şeklinde kendini kandırabiliyor.Durun!Hayır hala dünya üzerinde hiç kimse Meryem olabilmiş değil.Bu hastalığın adına "klavye şövalyeliği" diyorum ben.Olay çok basit öyle savaşmaya yaralanmaya hatta ölmeye gerek yok kahraman olmak için.Elinizde bir adet bilgisayar olması kafi.Sonra bir oturuyorsunuz başına.Harfler var sizin için.Sırf siz onları kendi ütopyanız olarak kullanın diye.Mesela şimdi ben en güzelim yazarsam ki bakınız yazması epey kolay (1.5 saniye kadar) o noktada en güzel ben olmuş oluyorum.Hayır artık klavye başından vatan kurtarmaya çalışanları falan bi kenara bırakıyorum da bu son zamanların modası "hiç hatam olmadı,olduysa bile her hatadan sonra ayıktım hep hesabı ödeyip çıktım" şeklinde zırvalıklar canımı sıkan.
    Birazdan kendimi sokaklara bırakacağım.Çıkıp gezmek biraz İstanbul kokusu almak için.Ama çok korkuyorum.Bu kadar yiğit,mert,hatasız,delikanlı adam ve madamların içinde yüzümde kocaman bir sansür ifadesiyle gezeceğim için."İşte o bakın bakın,ayy şu kafasında ünlem olan işte,hataları falan varmış yaklaşmayın uzak durun bari de bizim gibi hatasız kullara bulaşmasın."
   İşte o benim.Hatalar yaptım hatalar yapıyorum hatalar yapacağım.Alkol kullanmayan biri olarakta her seferinde kafam güzel çıkacağım hiç ayık olmayacağım.Ve o "buzdan  yapılmış şövalyelere de öneririm.Bi güneş çıkar hepiniz su olursunuz mazallah.Kasmayın yeter.

2 Ekim 2011 Pazar

O kararlar ki ateşten gömlek

     Bazen çok durulurum ben.Kendimden beklemediğim kadar sakin,durgun olurum.İşte o havalar tam olarak yeni kararlar verdiğim dönemlere rastlar.
     Hangimize olmaz ki?Evet çok canımı yaktılar ama artık herşey bambaşka olacak,kimse karışamayacak hayatıma,ben istemedikten sonra kimse üzemeyecek beni şeklinde dünyayı kurtaran kararlar alırız.Ama gelin görün ki insanoğlu olarak ki özellikle parantez açıyorum "bayanlar" olarak bizler,yaratanın insanlara bahşettiği mantık denen unsuru en az kullanan varlıklarız.Bir an gelir ya acı çekmekten sıkılırsınız ya bir şarkının rehavetine kapılırsınız ya yeni aldığınız bir ayakkabı yeniden hayat verir düşüncesine kapılırsınız.O kapılma anıdır ki eski kapılar kapanır yeni ufuklar oluşur,yeni yollar çizilir,elimizde harita ve takvim yaprakları kendimizi iyiden iyiye kaptırırz değişim furyasına.Her pazartesi rejime başlarız,her erkek arkadaştan sonra aşka tövbe yaşasın kariyer naraları atarız,her yeni saçtan sonra tepeden tırnağa bambaşka bir kadın olduğumuza inanırız.Hadi kandırmayalım kendimizi artık.O rejim pazartesi biter,o aşka tövbeler yepyeni bir çift göze biraz sahiplenilmeye bakar,yeni saçın yenileme özelliği dip boyalarımız gelince maziye özleme dönüşür.
    Bakın yaz gelince herşey bambaşka olacaktı.Derken eylüle ertelendi umutlar.Şarkı bile eylülü uygun görmüştü aşk için "eylülde gel"...Ekim bile geldi hala yeni arayışların sonu gelmedi.Olsun sevgili kendim ve hemcinslerim önümüzde koskocaman bir kasım var.Adına filmler yapılmış şarkılar yazılmış kasım...Olmazsa bunun kışı var tabii kış soğuk bir mevsim yağmur yağar fönümüz bozulur hayat bu aksiliklerle doludur.Üzülmeyin her kışın bir baharı var...Derken işte kocaman bi kısır döngü.Hadi hepimize iyi kararlar.

30 Eylül 2011 Cuma

Umutperestler Merhaba

İlk yazılar hiç bir zaman düşünüldüğü kadar mükemmel olmaz...
      Muhtemelen bu yazıda aylar sonra okuduğumda milyonlarca kez kendimi eleştireceğim bir yazı olacak.Malumunuz edebiyat öğrencisi olunca sadece anlama değil imla hataları olsun yazım yanlışları olsun takıldıkça takılıyoruz.Sahi o kadar sıkıcı insanlar mıyız biz?Hayır durun gitmeyin hala benim için bir umut var.Umut her zaman vardır.En yaşayamam ölürüm dediğimiz anda bile hala nefes borularınız tıkanmadıysa durup düşünmeli belki son şans olan o anı değerlendirmelisiniz.Çünkü insan hata yapmak için vardır.Ve aslında vazgeçemediğimizi sandığımız her şey aslında en büyük hataların toplamıdır.(Bakınız frambuazlı pasta yada tiremusu lakin kfc...vazgeçemediğimizi düşünürüz ama en büyük yağ depolarının (ki sonuçta göbek ve basenlerin) nedenidir)
     Nasihat diye de nitelendirebileceğimiz  edebi naralar attığımı düşündüğüm şu dakikalarda gerçekten en büyük pişmanlıklarımın aslında gerçekten en büyük hatalarım olduğunu biliyorum.Keşkelerim var evet kimi zaman yanlış insan olduğumdan kimi zaman yanlışları doğrultmaya çalıştığımdan ve kimi zaman doğrularımın yanlışlığından.Velhasıl kelam ünlü düşünür mfö'nün de dediği gibi "benim hala umudum var".O zaman kendimize kocaman bir hoşgeldin ve umutperestlere kocaman öpücükler.